Kıyı Olayı Nedir?
Kıyı olayı… Hani şu İzmir’in sahil şeridinde, hemen her yaz dönemi, insanlar arasında fısıldanan o meşhur tartışmaların olduğu, “Acaba biz burada ne yapıyoruz?” diye düşündürten olaylardan biri. Kıyı olayı, deniz kenarındaki arazi kullanımı, yerel halkın bu alanlara erişimi ve özellikle bu alanların ticari ve özel mülkler tarafından ne şekilde işgal edildiğiyle ilgili bir kavram. Bu mesele son yıllarda Türkiye’nin farklı bölgelerinde daha sık tartışılmaya başlandı ve tartışmaların şiddetiyle birlikte, kıyıların özel mülkiyete ne kadar açılacağına dair sorulara dönüşüyor. Ne yazık ki, bu olay, hem çevre hem de sosyal adalet açısından büyük bir sorun teşkil ediyor. Gelin, her iki yönden de kıyı olayını masaya yatıralım.
Kıyı Olayının Güçlü Yönleri: İnsana ve Ekonomiye Katkıları
Öncelikle, işin bir de “pozitif” tarafını konuşalım. Kıyı olayına bakınca, birçok kişinin gözünde deniz kenarındaki alanların turizme açılması, ekonomi için olumlu bir şey gibi görünebilir. Hani şu, “turizm geliyor, para geliyor” klişesi var ya, işte o! Kıyıların ticari kullanımının artması, çoğu zaman yeni iş fırsatları yaratır, işletmeler açılır, insanlar iş bulur. İzmir gibi sahil kentlerinde, denizle iç içe olmak, turistler için cazibe merkezi oluşturur. Bu da şehir ekonomisini hareketlendirir. Yani, evet, kıyıların ticari kullanımı, ekonomik anlamda olumlu etkiler yaratabilir. İşin finansal boyutuna bakarsak, kıyıdaki alanların oteller, kafeler ve restoranlar gibi tesislere dönüştürülmesi mantıklı olabilir. Yatırımcılar için de güzel fırsatlar yaratır.
Bir de tabi ki kıyıların bakımlı, modern ve estetik bir hale getirilmesi ile şehirlerin görünümü değişir, insanlar için sosyal alanlar oluşturulur. En basitinden, güzel bir yürüyüş yolu, sahil kenarında bir kafede oturmak, deniz manzarası eşliğinde kafa dinlemek… Evet, bu tarafı güzel. Fakat her zaman olduğu gibi, iyi şeylerin bir de karanlık tarafı var. Ve bu karanlık taraf, kıyı olayının en can alıcı noktası.
Kıyı Olayının Zayıf Yönleri: Sosyal Adalet ve Çevre
Gel gelelim, kıyı olayı hakkındaki en büyük eleştirilere. Buradaki temel sorun, bu kıyı alanlarının ne kadar halka açık ve erişilebilir olduğu. Kıyıların özel mülk haline gelmesi, yerel halkın denizle olan bağını kesiyor. Kıyılar, denize erişim hakkı herkesin olmalı diye düşünüyorum, fakat gelin görün ki, son yıllarda bu hak, bazı şirketlerin ve zenginlerin cebine girmeye başladı. Yani, kıyıların ticari alana dönüştürülmesi, sadece turizmle ilgili değil; aynı zamanda halkın doğal alanlara erişimini engelleyen ciddi bir soruna dönüşüyor.
Düşünsenize, deniz kenarındaki birkaç metrelik alanı özel mülk haline getiren devasa oteller ve rezidanslar. İnsanlar, sokakta yürüyüp sahile ulaşmak yerine, güvenlik görevlileriyle “Hadi bakalım, hadi uzaklaş” diyen bir sistemle karşılaşıyor. Bu, çevreye saygısızlık olduğu kadar, sosyal eşitsizliği de körüklüyor. Kıyıların özel mülkiyete geçmesi, yerel halkın hakkı olan doğal alanları kaybetmesine yol açıyor. Denizin kenarında “lütfen yavaş yürüyün, bu özel mülk” yazılı tabelalar görmek zorunda kalıyoruz. Olacak iş mi?
Bunlar da yetmezmiş gibi, kıyıların bu şekilde ticari alanlara dönüştürülmesi, doğal hayatı da tehdit eder. Deniz kıyılarında yapılan yapılaşmalar, ekosistemi bozuyor, deniz canlılarının yaşam alanları daralıyor. Yani, turizmi canlandıralım derken, kıyıdaki tüm doğal yapıyı tahrip ediyoruz. Bu işin çevresel boyutu oldukça karanlık ve benim gözümde bu, ciddi bir sorun.
Kıyı Olayı: Kim Kazanıyor, Kim Kaybediyor?
Kıyı olayının diğer bir can alıcı yönü, kimin kazandığı, kimin kaybettiği sorusu. Sonuçta, kıyıların daha fazla ticari alan haline gelmesi, zenginlere, büyük yatırımcı gruplarına ve otelcilik sektörüne fayda sağlıyor. Ama sıradan insanlar ne kazanıyor? Kıyıya yürüyerek gidebileceğiniz, doğal alanlarda rahatça vakit geçirebileceğiniz sahiller giderek daralıyor. Yani, bu modelin en büyük kaybedeni aslında halkın büyük çoğunluğu.
Bütün bunları düşündüğümüzde, kıyıların halktan uzaklaştırılması, sadece doğal kaynakları tüketmekle kalmıyor; aynı zamanda sosyal adaletsizliği de körüklüyor. Kıyı alanlarının ticari kullanımı, çoğu zaman şehirdeki en zengin kesimlere hitap eden projelerle şekilleniyor. “Peki ya bizimle ilgilenmiyor musunuz?” diyen, yıllardır burada yaşayan insanlar ne olacak? Onların da hakkı değil mi bu doğal alanlar? Gerçekten herkesin erişebileceği, ulaşabileceği ortak alanlar yaratmak varken, sadece belli bir kesime hizmet eden alanlar inşa etmek, oldukça sorunlu bir yaklaşım.
Kıyı Olayının Geleceği: Ne Yapmalıyız?
Peki, kıyı olayının geleceği ne olacak? Sahilleri kimler kullanacak? Eğer bu gidişat böyle devam ederse, kıyılar, sadece zenginlerin özel sahillerine dönüşecek gibi görünüyor. Bu yüzden, yerel yönetimlerin ve devletin bu konuda daha duyarlı olması gerektiği kanaatindeyim. Kıyıların, halkın kullanımına açık, erişilebilir alanlar olarak korunması gerekir. Tabii ki turizm de önemlidir, ancak bu, halkın haklarını ihlal etme pahasına olmamalıdır.
Bir şehirdeki kıyılar ne kadar halkla iç içe olursa, o kadar sağlıklı ve sürdürülebilir bir gelişme sağlanabilir. Turizmle ekonomiyi kalkındıralım, ama unutmayalım ki kıyılar da herkesin hakkıdır. Bu yüzden, kıyı olayını sorgulamak, neden-sonuç ilişkisini doğru kurmak, belki de herkesin daha rahat bir nefes almasını sağlayacak bir hamle olabilir.